Yoksa Plan Aynı mı?
- Yunus N. ANGINER
- 5 Nis 2016
- 3 dakikada okunur
Bu yazı 05.04.2016 tarihinde Denge Gazetesinde Yayımlanmıştır.
Gecenin bir vakti balkonda oturmuş eski dergilere göz atıyorum. Hepsi yabancı dilde yazılmış siyasi dergiler. Dergilerin basıldığı yıllarda ben henüz çocuğum fakat eski kitapçılarda bulduklarımı toparlayıp almıştım; özellikle de Türkiye ile ilgili olanları. Havanın bu kadar ayaz olacağını tahmin etmediğimden ince giyinmişim. İçeri girmek istesem de okumayı bölmek istemediğimden okumaya devam ediyorum.
Okuduğum yazıyı size açıklayacağım fakat öncesinde bir güzel tarihe inelim.
Yakın coğrafyamıza bir göz atalım nasıl olur, ister misiniz? Birazdan bahsedeceğim bölgelerde seyahat edebildiğim için kendimi şanslı bir adam olarak sayıyorum. Şimdi Arnavutluk’tan yavaş yavaş doğuya gelmeye başlarsanız yemek alışkanlıklarının aslında Anadolu ile ne kadar da yakın olduğunu görürsünüz. Börek, musakka, hoşaf, kahve, baklava, kadayıf, elbasan, canınızın çekmemesi için yazmadığım daha onlarca yemek. Sadece yemekler mi, peki bu coğrafyadaki benzerlikler? Tabii ki de hayır. Adetler de var, gelenekler de. Yurtdışında yaşadığım zamanlarda Yunan bir profesörüm vardı; Ireni Melechrinos. Beni ailesiyle bir gece yemeğe davet etti; ben de hazır mezarın bayat ölüsü olarak davete icabet ettim. Giderken de elimde Türk tatlıcısından bir kutu baklavayla dayandım kapıya. ABD doğmuş büyümüş Yunan bir aile Türk Kahvesi ikramını yanında lokumla ve bir bardak serin su ile yapıyor. Yemeğe başlarken önce baba başlıyor yemeğe. Tanıdık geldi mi? Bence bu dün gece yemiş olduğunuz yemeğin bir kopyası.
Biraz daha doğuya gelelim, yıllar öncesi yolum Lübnan'a düştüğünde bir Ermeni üniversite öğrencisi ile tanışmıştım. Evinde annesinin kahveyi yanında şerbet ve su ile nasıl ikram ettiğini bilseniz, bugüne kadar misafirlerinize sunmuş olduğunuz kahvelerden utanırsınız. Neden mi? Sebebi şu efendim; Türk kahvesinin yanında şerbet ve serin su ikramını ben eski kitaplarda okurdum, ama bu adetin uygulandığını görmedim. Şaşırtıcı değil mi? İngilizlerin kışkırtması ile kaybedilen Osmanlı toprağı olan Mısır’a dönelim, bakalım ne göreceğiz. Bizim ulusal yemek olarak gördüğümüz Döner Kebap hem Yunanistan’da hem de Mısır gibi bir çok Arap ülkesinde yok mu sanıyorsunuz? O zaman yanılıyorsunuz. Yunanlılar bu güzel et yemeğine Cayro (Gyro), Araplar da Şavarma (Shawarma) diyor. Araplar susam ezmesi ve humusla servis yaparken, Yunanlıların servisi bizim damak tadımıza biraz daha uyuyor.
Yazımın başında bahsetmiş olduğum o yabancı dergilere dönelim şimdi. Ne diyor yazılarda bir bakalım. Zamanın AB yetkililerinden olan kişiler açıklamalarında “Türkiye kesinlikle bir Avrupa ülkesi değil, Avrupa Birliğinin Güneydoğusunda yer alan doğulu bir ülke. Üstelik az gelişmiş ve Avrupa değerlerinden farklı değerleri içinde barındıran bir ülke” diyor. Doğru söylüyor olabilir mi bilinmez ama üzerinde konuşulması gerektiğine inanıyorum.
Türkiye, Cumhuriyetle beraber ileriye atılmış ve varını yoğunu modernleşme sürecine harcamıştır. Bulunduğu coğrafyadaki konumunu değiştiremeyeceğine göre bakış açısını değiştirmesi gayet mümkündü. Nasıl yaptı bunu dersiniz? Tabii ki fen, tarih ve sosyal alanlarda yaptığı atılımlar sayesinde. Peki burada yanlış olan neydi, sistem mi yoksa sistemin uygulanışı mı? Bence sistemin uygulanışı ve insanların bu sisteme kendince yorum katması. Balkanlardan, Arap illerine ve Ön Aysa’ya kadar olan coğrafyada bazı sözüm ona entellerin beğenmediği Selçuklu ve Osmanlı anlayışının üzerine oturan Ermeni, Arnavut, Yahudi, Slav, Rum, Laz, Gürcü, Kürt, Fars, Arap kültürlerinin dehşetli bireşimleri ile ortaya çıkan bir yaşam tarzı mevcut. Bu coğrafya’da yaşayan insanların bir kültürü alıp üstüne kendilerininkini ekleyince ortaya çıkardılar bunu. Bu bireşim o kadar sağlam temellere oturmuş olmalı ki yüzyıllarca beraber yaşamış bu milletler tek ortak noktada birleşebilmişler ve Osmanlı yaşam biçimi ortaya çıkarmışlar. Şimdi bu yukarıda saydığım ve saymadığım milletlerden bazıları topraklarını ayırmış olmalarına rağmen hala eskilerden kalma gelenek göreneklerini ve yaşam tarzlarını değiştirmemişlerdir. Peki yaşam tarzını değiştiren kim dersiniz? Evet, Türkiye.
Şimdi yani günümüzde ne oluyor bakalım. Son 60 yılı kapsayan zaman dilimi içerisinde yapılan sistematik uygulamalarla insanlar yanlış yönlendirildi. Nasıl mı? Bakalım. Altı oyulmuş, kültürü erozyona uğratılmış bir toplum yaratıldı. Değerlerini kaybetmiş ve 1970’lerin sonundan beri cehalete mahkum edilmiş bir gençlik. Kime, neye ve niye inanacağını şaşırmış bir toplum üretildi. Evet, tam da dediğim gibi fabrikada üretilir gibi bir toplum ortaya çıkarıldı. Köklerinden kopartılmış, yönü batıdan doğuya çevrilmiş bir toplum bu. Peki doğu kötü mü? Hayır, tarihteki rolüne bakınca kesinlikle Doğu için kötü diyemem fakat birilerinin yüzümüzü dönmemizi istediği doğu farklı. Yıllarca köylerin boşaldığını ve şehirlerin orantısız olarak büyüdüğünü ve nüfusunun arttığını izledik durduk. Köklerinden koparılan bir toplumu nereye dikerseniz dikin çiçek açmaz. Bizler mükemmel kültürel bireşimlerin oluştuğu bir kültürü kimimiz doğulu, kimimiz batılı olabilmek amacıyla terk ettik. Ortaya çıkan sadece bir hüsran.
Ne diyor Graham E. Fuller Yükselen Bölgesel Aktör - Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabında; “Türkiye yüzünü Ortadoğu’ya ve Yakın Asya’ya çevirmeli ve Avrupa kapılarında boşuna beklememelidir”. Neden? Anlamaya çalışalım. Türkiye AB’ye girerse, Batının Ortadoğu ile olan ilişkileri zayıflayacak. Bu kadar uğraşıp Türkiye’yi içlerine soktuktan sonra geri çekmek çok saçma. Amaç; Türkiye’yi doğunun içinde bir kontrol mekanizması olarak bırakmak.
Plan Türkiye’yi Ortadoğuda bekçi olarak görevlendirmek ve Türk ve İslam aleminde kurulacak olan sistemin denetleyicisi olarak bırakmak. Peki neden Türkiye denetleyici rolünde? Çünkü Türkiye daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olduğum gibi Batının Ön Asya’ya ve Ortadoğu’ya açılan penceresi. Yani Batı, Türkiyeyi Ortadoğu’yu yönetmek için böyle kullanmak istiyor.
Durum böyle olunca insanın aklına ister istemez Almanların Enver Paşa’ya yaptığı teklif geliyor.
Comments