Evdeki Seccade
- Yunus N. ANGINER
- 8 Haz 2016
- 2 dakikada okunur
Bugüne kadar okuduğum yazılar, makaleler ve kitapları toplasanız herhalde küçük bir tepe yapar. Bütün bu okuduklarımı bir de unutabilsem kafamın içindeki çığlıklar susacak gibi ama ne mümkün. Ortaokul yıllarında okuduğum kitapları hala sayfa sayfa hatırlıyorum. İşte, işler burada karışıyor. Çünkü hep birşeylerin analizini yapıyorum kafamın içinde. Geçen gün yine Osmanlı’nın yıkılışı zamanlarını okurken bir anda kendimi Cumhuriyetin kuruluş zamanlarında buluverdim. O zaman hangi sıkıntılar varsa bugün hala aynılarını yaşıyoruz. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, o zamandan gelen sorunlar hala bugünümüze yansıyor.
Önümüzde yatan sorunlara bakalım isterseniz. Mustafa Kemal Atatürk’e durmadan sallayanların haklılık payları var mı bakalım. Musul meselesinde, Hatay meselesinde, Oniki Ada meselesinde ne İngilizlerle, ne Fransızlarla, ne de İtalyanlarla oturup bir uzlaşma içine girdi ve herbiriyle savaşın eşiğine kadar geldi. Şimdi bakarsanız bağımsız bir ülkenin profilini ancak böyle anlatılabilirsiniz. Öyle ya da böyle istediklerini aldı. Şimdi bazı aklı evveller bana kalkıp Oniki Ada’nın hala bizim olmadığını söyleyecekler biliyorum. Basit bir cevap vereyim ki; akıllarında soru kalmasın. Efendim yeni savaşlardan çıkmış, yeterli donanması bile olmayan ve yeni kurulan bir ülkenin durumunu o zamanın konjonktürüyle değerlendirmelerini tavsiye ederim. Bugün Mustafa Kemal çizgisine baktığımızda görüyoruz ki; yapılan devrim ulusal demokratik bir devrim. Buradaki can alıcı nokta ise; Kemalizm diye adlandırılan akımın antiemperyalist olmasıdır.
İsterseniz önümüzde duran resme bakalım ve resimde neler görüyoruz analizini yapalım. Şimdi Fransızlarla ta 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasının 9. Maddesinde ve Lozan Antlaşmasının 3. Maddesinde Suriye içinde bulunan Süleyman Şah Türbesinin olduğu yeri Türk toprağı olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti garanti altına alıyor ve Suriye de bunu kabul ediyor. Yıllar sonra 1973 yılında Tabka barajının suları altında kalmasın diye yeri değiştiriliyor. Sonrası mı? Sonra kaçıyoruz. Hem de yangından mal kaçırır gibi hem kaçıyoruz, hem de kaçırıyoruz. Şimdi kaçmadığımızı söyleyenler çıkacaktır mutlaka. Onlara da cevap verelim. Yukarıda ismini ve maddelerini verdiğim antlaşmalara göre o toprak bizim ve savunulması gerekiyor fakat biz kaçıyoruz neden? Nedeni açık. Bugün Suriye sınırları içinde kimler varsa bizi orada istemeyenler de onlar. Nasıl, kavrayabildiniz mi? Bir zamanlar antiemperyalist yaklaşımla zamanın büyük devletlerine kafa tutan bir Türkiye var; şimdi tası tarağı toplayıp kaçan bir Türkiye var. İnsanın canı yanıyor değil mi?
Şimdi nasıl tepki verilmesi gerekitiği konusunda bir çok fikir ortaya atılabilir ama ben, Siyaset Bilimcisi olarak yine somut delillere dayanmayı seviyorum. Bakalım bugün “Batı” diye adlandırdığımız tek dişi kalmış medeni ülkeler ne yapıyor. 1982 yılında Atlas Okyanusu’unda ve Arjantin açıklarında bulunan Falkland Adaları mevzusunda, İngiltere gözünü kırpmadan 8.000 km uzaklıktaki adalara askerlerini göndermiş ve Arjantinle savaşmış ve Arjantin adalardan çekilmek zorunda kalmıştır. Başka bir örnek daha verelim. İspanya 2002 yılında Fas ile savaşın eşiğine gelmedi mi? Geldi. Fas kendi askerlerini minik Perejil Adasına çıkarmaya kalkınca, İspanya bölgeye askerlerini gönderip Fas güçlerinin bölgeden uzaklaşmasını sağladı. Daha iyi bir örneği kendi yakın tarihimizden verip, anlatmak istediğimizi iyice somutlaştıralım. Yıl 1996 kış ayları, sanırım Ocak (ya da Şubat başı) Yunanistan ile yaşanan “Kardak Krizi” sırasında da vatan toprağının terkedilemeyeceğini görmüştük. Şimdi Suriye’den apar topar kaçmak ve Süleyman Şah Türbesini sınırın dibine taşımak bizim bazı inanç ve düşüncelerden uzaklaştığımızı gösteriyor gibi.
Şimdi soru şu; biz bölgede lider ülkeysek, neden kaçıyoruz. Kendi toprağımızın üzerinde söz hakkımız yoksa biz hangi bölgenin lideriyiz?
Namazı Şam’da kılmayı hayal ederken, evdeki seccadeden olmasak bari.
Comments